Diyarbakır Evleri
Evlerde Yaşam
Sokak kapısından başlayarak Diyarbakır konutlarında her yerde olduğu gibi ayrı bir dünya, düzen zevk ve anlam olduğuna değinmiştik. Avlu evin tek odağıydı. Görev burada başlar, buradan dağılır ve sonuçta yine burada toplanırdı. Hamal, sırtında küfesiyle evin erkeğinin arkasından erzağıyla gelince bunları yerine yerleştirmek, türlerine göre ayrı yerlere koymak hanımların göreviydi. Yaz ve sonbahardan özellikle yakacak ve bal, pekmez, yağ, şeker, bulgur, pirinç, mercimek gibi ana yiyecekler satın alınıp küplerde vb. korunurdu. İmece ile yapılan salça, şehriye, erişte, buğdayın öğütülmesi, yaprak ve dolma kurutulması, örgü peynir, kavurma, sucuk evde yapılmaktaydı. Bu yönüyle ev bir atölye ve üretme hazırlama merkeziydi.
Mutfak doğrudan avluyla bağlantılı ve düzayak girilirdi. Ocaklarda odun yakılır, kazan tencere kaynar, odun kömürü maltızlarda kullanılırdı. Gazla çalışan prümüs ocakları daha sonraları yaşamımıza girdi. Evin hanımı, ninesi vb. pirinci odada ayıklar, hamuru halıya diz çöküp yoğurur, mayasını katıp, üstünü örterek sıcak yerde ekşimeye bırakırdı. Yere örtü serilir. Hamur tahtası konur, bakır kablarda yemek yenirdi. Ekmek torbası saygıya özenle açılır, dilimler dağıtılır, sonra bayatlamaması için yine örtülürdü. Bulaşık mutfakta yıkanmaktaydı. Topukları kızarmış çocuklar, gelinler tulumbadan su doldurur onlara taşırlardı. Elbet kış günleri buraları soğuktu. Yünlü elbiseler, hırkalar, yün çoraplar patikler giyerlerdi. Takunyalar avluda kullanılıyordu. Kilerde tel dolap, yiyeceklere ayrılır, kışlık besinler, bodrumda tereklere sıralanmış küplerde korunurdu. Bununla yetinmeyen bazı konutlarda burada 2. bir kuyu veya yere gömülmüş küp yaz ve kış gece ve gündüz ısı farkı az değişen konforu sağlarken, özel yiyecekler beklemesi zor besinler veya çabuk soğuması istenen yiyecekler, ucun ucun buradan alınırdı. Ancak buna karşın Cami Kebir Mahallesi Müze Sokak 25 bodrumsuz evlerde vardır. Bunların, bazı yiyecekleri, hiç yoksa geniş sepetlere koyup, suya değmeyecek şekilde kuyuya iple sarkıtma şansları vardı.
Oda ayrı bir dünya idi. Kuzey kanat kışın güneş görür, güney kanat yazın serin olurdu. İkisi arasında sürekli taşınma kaçınılmazdı. Ara katlar daha korunaklıydı. Evin yaşlıları elbet burayı yeğlemekteydiler. Yaygı ve sergiler, çoğunlukla yündendir. Yemeğini hazırlayan, temizliğini bitiren hanımlar burada toplanır, karbondioksiti atılmış odun kömürü mangalla içeriye alınır, külle örtülür ve odanın ortasına konurdu. Ninenin kenarını açıp sıcak küle sürdüğü cezve, torunu için gömdüğü patates, sallanan beşik, kapıya asılmış kilim, doğramaların kenarına yapıştırılmış kağıt veya hamurlu bezler, ayaklarını altına alıp sedire kurulmuş başörtülü nineler, ellerinde mekik, şiş veya kasnaklı çeyiz düzen gençler kızlar, yün çorap onaran anneler odanın ayrılmaz, sahipleriydi. Kedi sobanın kenarına kıvrılıp yatar, sıcaktan gevşer, yarı uyanık, ayaklarını öne uzatıp gerinirken, olabildiğince esnerdi.
Yastıklar hemen daima beyaz kırlentliydi. Uçlarına dantel örmek, gençlerin göreviydi. Dantel perdeleri, masa ve sehpa örtüleri, renkli iplikle dokunmuş işlemeleri konuklara göstermek en büyük zevkleriydi. Hele bir de sesi güzel olan, sohbeti tatlı olan, taklit yapan, hikâyeler anlatanlar varsa söyleşiye doyulmazdı. Bu kapalı ekonomide sözlü edebiyat ve müzik çok önemliydi. Sabah erken saate (imsak- namaz arası) sokak kapısını süpürüp yıkamakla başlayan, sobayı yakıp çayı hazırlamakla, evin erkeğini ve çocukları uğurlayıp yemek kaygısına koyulan, öğle üstü aç gelip anne yemek! diyen yavrulara sofra kurmak her günün kaçınılmaz zorunlu işleriydi. Kalabalık ailede ev işlerinden her birini ucundan biri tutar, yemek sonrası yorgunlukları bu kez ev gezmeleriyle tamamlanırdı. Çamaşır ayrı bir zorluktu. Mutfakta kazanda su kaynar, içine Öküzbaşı marka çivit veya odu külü atılır, bazı çamaşırlar bunda iyice yumuşatılırdı. Sonra oturak tahtasına oturan hanımlar, leğende sıcak suyu büyük kepçelerle alarak çamaşırı ova ova yıkar, buz gibi suda yıkar ve ipe asarlardı. Kışın odada kurutmaları gerekirdi. Kömürlü ağır demir ütüler vardı. Bir yandan sıcak diğer yandan soğuk su içinde kızaran eller, bükülen beller, kızaran topuklar ve yanaklarla bu her hafta yapılırdı.
Kaç evde hamam vardı ki? Haftanın belli günü natır gelir, çamaşırları alır ve hanımlar, hamama giderlerdi. Helâlar hemen hemen girişe en yakın yerde olup sıcak odadan ulaşmak ne denli tatsız ancak zorunluydu. Alaturka helâ nedeniyle evde kedi beslemek zorunluydu. İki katlı evlerde merdivenin bitip sahanlığın başladığı yerde gömme helâlar sanki daha havadar değil miydi? İbrikle su taşıyıp yıkanmak uzun yaz günlerini geçirmek, ikindiden sonra avluyu yıkayıp geceyi daha serin geçirmek, hele cibinlikli tahtlarda gece uykusunun zevkine doyum olmazdı. Tüm bu artı ve eksileriyle burada yaşam böyleydi. Bunun için ayrı bir dünyaydı. Taşıyla, duvarı, avlusu kuyusu, odası ve eyvanıyla birbirini bütünleyen fiziksel ortam ve içinde yaşayanlarla kendine özgüydü. Artık çocuklarımız bunları ancak duyacak, ondan sonrakiler bundan da yoksun yetişecekler. Bu bir yaşam biçimidir. Kuralları kendi içinde insanla beslenen, renklenen, anlam kazanan sevecen üretken, zor, ancak anlaklı bir dünya ve işte bu da böyle bir dünya. Kendi gitti tadı kaldı bizlerde.
TMP21