Beyaz Aşkın Siyah Öyküsü
İstanbul karlar altında; ama yinede “Sokağın tavanı kadar yaşanıyor” aşklar. Rahat yaşanan aşkın nasıl olduğuna dair önermelere sürecek kadar zamanlar yaşamasak da aşkı, son dakikada kazanılan bir zafere tercih etmiyorduk rahatlığı. Belli bir zaman aşımı bize bu durumu tercihten öte mecburiyet kılsa da inadına inadına seviyorduk "zindanlara düşmesek de"... Bir çağ yangını sanki bu herkes günahkâr biz masumuz... İnsanların zayıf yanları vardır onlara batan bir diken gibi. İşte bizimde belki zayıf yanımız siyah beyaz masumiyetimiz... Belki bundandır bu kadar yıpranmamız, üstümüze bu kadar gelinmesinin sebebi. Ne yapalım yağmur gibi yağan kurşunlara sevdamızı satalım mı? Şerefsizce dönen dünyada bazen; kömür işçisinin, ırkçı tavıra maruz kalan bir adamın, tiyatrosu yıkılan sanatçının, Samsun asfaltında can veren sporcuların, Kazan’ın yanındaki kırmızı karanfili adamın ve daha da önemlisi dünyaya umutla bakan bir çocuğun bebeğin son barikatıysak. Vefa hala bizim için bir semt adından öte bir anlam taşıyorsa. Elbette iyilik yaptığımızdan iyilik beklemenin vejetaryen birine boğaların saldırmaması beklemek gibi bir durum olduğunun farkındayız. Bilelim ki ne kadar geliniyorsa üstümüze biz o kadar doğru yoldayız; çünkü her defasında yanlışa karşı biz doğrunun yanında olmaktan öte önünde ona kol kanat geriyoruz. Bakın ağabeylerimiz “Hasretinden prangalar eskittim” diye haykırıyor. Ve ben de onlara hep beraber şöyle seslenelim diyorum “Ayrılıklarda sevdaya dâhil değil mi? Ayrılanlar hala sevgili değil mi? Sevdamız artık gölgede bırakıyor Leyla ile mecnun, Ferhat ile Şirin in aşklarını. Maddi aşktan öte bir tasavvufi aşk yaşıyoruz. Haykırıyoruz Yunus’ un affına sığınarak:
“Aşkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni;
Ben yanarım dünü, günü,
Bana seni gerek seni”
Ve biz bu sevgiye karşı çok şey istemiyoruz. Sadece bu aşkın formalarını taşıyanlardan bu aşkın ruhunu hissederek yaşamalarını istiyoruz.